24 Mayıs 2012

Aynı sudan içmemişiz biz

İsviçre Zürih'deki 122 yıllık makina fabrikası binası, İstanbul Şişli'deki 82 yıllık likör fabrikası binası. İkisi de tarihi ve artık kullanılmıyor. İkisi de kent hafızasının önemli bir temsili. Şişli'deki bina sadece kentin değil Cumhuriyet tarihinin de bir temsili. Şişli Likör fabrikası Cumhuriyet'in ilk mimari yapılarından biri. Zürih'in Oerlikon semtindeki 122 yıllık makine fabrikası yeni demiryolu hattı ile kesişince tarihi binanın kaydırılmasına karar verildi. İsviçreli mühendisler 6 bin 200 tonluk binayı kızağa koyup 60 metre kaydırdılar. Bu tarihi koruma operasyonu 6 milyon liralık bir maliyetle gerçekleşti. Yetkililerin açıklamalarına göre 60 metrelik bu kaydırma Avrupa'da da ilk kez gerçekleşti.

Şişli'deki 82 yıllık likör fabrikası 2006 yılında betonarme tekniğini gösteren ender yapılardan biri olması sebebiyle ‘Endüstriyel Miras’ kapsamında tescil edilmişti. 22 Mayıs 2012'de ise Toki iştirakli 157 metre yüksekliğindeki 400 konutlu iki gökdelen için 4 Numaralı Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonu kararı ile yıkıldı. Adı koruma komisyonu ama sadece adı var.
Zeugma'da, Allianoi'de, Sulukule'de olduğu gibi aynı ''bilmeyenlerin iktidarı''. Neoliberalizmin mutenalaştırma bürokratları. Korumayı yıkmakla özdeşleştirmiş aynı zavallı, çapsız anlayış. Tarihi yapılara uygulanan aynı burjuvazi terörü.  Bertolt Brecht; ''Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen, birkaç adım geriye gitmek zorundadır. Bugün yarına dünle beslenerek yol alır'' der. Ekonomide şahlandığını iddia eden Türkiye burjuvası ve bürokrasisi geriye atacak o birkaç adımını itina ile yok etti ve etmeye devam ediyor. Belleksiz ve kültürsüz bir kentin üzerine inşa ettiği o gök'delenler mislice kendilerine girmekte gecikmeyecektir. Umarız yanlış bir yerlerine denk gelmez. 

İsviçre'de, Avrupa'da ilk kez gerçekleştirilen tarihi kaydırma bilinci, Türkiye'de örneklerini daha önce de izlediğimiz dünyada eşine az rastlanır tarihi yıkarak koruma bilinci. Irak'ı işgal eden Amerika bile Irak Ulusal Müzesini bu kadar sistemli ve vahşi yağmalamamıştır. 
İsviçre'nin yaptığı korumaysa Türkiye' nin yaptığı ne? Onların içtiği su ise bizimkilerin içtiği ne? Aynı sudan içmemişiz biz.

5 yolayazmak / on the road: Mayıs 2012 İsviçre Zürih'deki 122 yıllık makina fabrikası binası, İstanbul Şişli'deki 82 yıllık likör fabrikası binası. İkisi de tarihi ve ...

8 Mayıs 2012

Metin Yeğin'den Brezilya Evsizler Hareketi



Burnu ekonomik krizde sürten neoliberalizm hala kendi kentlerinin inşasına devam ediyor.. Nasıl feodal beyler, kendi şatolarını, kalelerini yaptıkları gibi neoliberalizm de bütün kentlerin ortasına dikilmiş kuleleriyle kente kimin hakim olduğunu gösteriyor. Kapısında yoksul mahalelerden tutulmuş güvenlik görevlilerinin beklediği etrafı yüksek duvarlar, elektrik telleri ve mutlaka ki kameralarıyla çevrili steril siteler, alışveriş merkezleri ve hijyenik surlarla çevrili yeni egemenin şatoları buralar.


Pek hesaba katılmasa da geçmişte kaleler ve şatolar esas olarak dış düşmanı durdurmak için değil görkemi ve imkansızlığı ile halkın isyanını durdurmak için yapılmıştır. Koruma gücü kocaman çirkinlikleriyle doğru orantılıdır. Yani ne kadar büyük ve çirkin yaparsanız o kadar çirkin bir iktidarın mümessilisinizdir. Neoliberalizmin esas oğlanı finans dünyasının şatoları, camdan kuleleri aynı işlevi görür ve hiç kimse 20-30-40 katta ne iş yapıyorsunuz abi siz ya diye sormaz. O kadar paranız var mıdır sahiden orada saymak için? Ya da odaların büyüklüğü ve sahte serinlik ve küresel ısınma yaratan klimaların üflemeleri içinde birbirinize yeni takım elbiselerinizi ve döpiyeslerinizi ve bilmediğim ve hiç giymediğim bir sürü şeyinizi sergilemek için midir uzun koridorlar ve birbirinizi süzdüğünüz 30-40 kat asansörleri?


Oralardan bugünün dünyasının etiketleri, altın ve platin kredi kartları, toplama kamplarının yakamıza iliştirilmiş sarı yıldızları dağıtılır. Oralardan ne kadar borcumuz için, ne kadar haciz gidileceği hesaplanır ve oralardan bir düğme basımı alışverişlerle borsa denen kumarhanede hiç dahil olmadığımız, önünden bile geçmediğimiz binalarında yapılan alışverişle cebimizdeki para eksilir. Her sabah kalktığımda neden Tokyo, New York, Londra ya da bilmem nere borsasındaki yükseliş ve düşüşler nedeniyle ekmeği ne kadar pahalı yiyeceğimiz belirlenir. Yani şeytanın kuyusudur oralar ama bütün bunları yapabilmek için bile çok büyüktürler. Amaçları bunları yapabilmek için bir yer değil aynı ortaçağ şatoları gibi kendi halkına karşı büyük görünme, yıkılmaz görünen firavun mezarlarıdır.


Ülkemde adına ‘Kentsel Dönüşüm’ dedikleri yoksulların kentlerden sürülmesi yani neoliberalizmin kendi kentini inşa etmesi dünyada da devam ediyor. Brezilya’da yoksullar önce köylerinden edildiler, ardından kentin kıyısından bucağından sürülüyorlar. Uzmanların ve mütahitlerin dünyası onları yok sayıyor. Öyle bir formülleri var ki bir türlü denk gelmiyor. Bir yandan birilerinin sokakları süpürmesi, güvenlik kapılarında beklemesi ve o yüksek duvarları örmesi gerek öte yandan bunu yapanların oralarda yaşamaması gerek. ‘Ah nasıl yaşıyorlar oralarda’ diyip bir de dudak kıvırıyorlar sanki bunun nedeni onlar değilmiş gibi. Buruşturulmuş yüzler eşliğinde kendi evlerini temizleyenlerin evlerinin kirliliğinden bahsediyorlar…Ah sen burjuvazi; ne kadar iki yüzlüsün ve tencere dibi gibi kara….


Brezilya’da neoliberal şatoların yani kulelerin, alışveriş merkezlerinin çevresinden süpürülen yoksullar ise kendi ‘Kentsel Dönüşümleri’ gerçekleştiriyor. Daha önce ‘Topraksızlar’ kitabında, filminde anlattığım MST-Topraksızlar hareketi şimdi kent yoksulları ile kentte toprak işgal ederek ‘Barınma hakkını’ talep eden yoksulları örgütlüyor. MTST-(Movimento Trahabodores Sem Teta) Sao Poula başta olmak üzere Rio da Jenerio, Campinas’da 5000 evlik yeni kentler kurdu. Büyük ilan tahtalarından, parti flamalarından, veresiye alınmış üstleri kaynatılmış soğan kabuklarıyla boyanmış tahta plakalardan ama içinde ne yazık ki bir türlü eksik olmayan televizyonlardan, hatta güçlükle sığdırılmış koltuk takımlarından ve umutlardan inşa edilmiş binlerce ev.


MTST’yi Evsizler Hareketini anlatmaya devam edeceğim. Brezilya’dan Şili’ye giderken yazıyorum bu yazıyı ama anlattığım bütün sokaklar bizim hikayemizdir.


Metin Yeğin
5 yolayazmak / on the road: Mayıs 2012 Burnu ekonomik krizde sürten neoliberalizm hala kendi kentlerinin inşasına devam ediyor.. Nasıl feodal beyler, kendi şatolarını, kaleleri...

Bernhard'dan Avusturya'ya



''Ne övecek, ne lanet edilecek, ne de yakınılacak bir şey var ortada, ama pek çok şey gülünç aslına bakarsanız, insan ölümü düşündüğünde her şey gülünç. İnsan yaşamdan geçip gidiyor, etkilenerek ya da etkilenmeksizin, sahneden geçiyor, her şeyin yerine bir başkası konulabilir, dekor parçalarından ibaret bir devlette talimli yada talimsiz yaşamak; bir yanılgı! İnsan anlıyor, her şeyden habersiz bir halk, güzel bir ülke ölmüş ya da vicdansızlıklarında dürüst babalar, yalın, gereksinimleri bağlamında yoksul mu yoksul ve küçük insanlar.
Her şey, son derece felsefi ve dayanılmaz bir tarih öncesi. Çağlar bunamış. Devlet, hep çöküp gitmeye yargılı bir oluşum, halk ise hep ahlaksızlığa ve akıl zaafına yargılı bir kalabalık. Yaşam, bütünüyle bir umutsuzluk, o yaşama dayanan felsefeler içersinde sonunda her şey delirmek zorunda.
Bizler Avusturyalıyız, her şeye karşı hastalıklı bir kayıtsızlık içindeyiz; yaşam karşısında genel bir kayıtsızlığı temsil eden bir yaşamız. Kendimiz hakkında acınası olduğumuzdan başka söylenebilecek bir şeyimiz yok, imgelem gücümüz sayesinde felsefi-ekonomik-mekanik bir tekdüzeliğin pençelerindeyiz. Çöküşün araçları, can çekişmek için yaratılmış yaratıklar, her şey içimizde açıklanmakta, ama bizler hiçbir şey anlamıyoruz. bir travmaya yerleşmişiz, kendimizden korkuyoruz, kendimizden korkmaya hakkımız var, belli belirsiz arka planda da olsa, korkunun devlerini görmekteyiz. Düşündüklerimiz, yeniden düşünülmüş olanlar, hissettiklerimiz birer kaos, varlığımız bulanık. Utanmamıza gerek yok, ama bizler de birer hiçiz ve kaostan başka bir şeyi hak etmiyoruz."
Thomas Bernhard - Ödüller
5 yolayazmak / on the road: Mayıs 2012 ''Ne övecek, ne lanet edilecek, ne de yakınılacak bir şey var ortada, ama pek çok şey gülünç aslına bakarsanız, insan ölümü düşü...