22 Kasım 2010

Başka Bir Kasaba Mümkün: Maalula

Akşamın son demleri, gökyüzü kararmak ile kararmamak arasında tereddütlü. Ben ve bu küçük minibüste ne bagaj yeri ne de küçük bir boşluk olmadığı için yanımdaki koltuğu sahiplenen sırt çantam Şam'dan Maalula'ya doğru 50 km'yi iki bilet ücreti olan 80 Suri (3TL) ile katediyoruz. Suriye yollarında birkaç gündür seyrüsefer eden için bozkırın ve çöl ikliminin şaşırtıcı birlikteliği artık tanıdık bir yüz. Coğrafyanın bu ortaklığına karşın Suriye insanının metanet, merhamet ve muhabbetle örülmüş yaşantısı ise hala alışılmadık ve gizemli. Muhabbetleri anlatılmaya müsaitse de metanete ve merhamete tanık olmak için burada olmak şart.
Minibüs Şam otobanından bir sapağa geçiş yaptığında büyük bir merakla tanışmayı beklediğim Maalula'nın aniden karşıma çıkabileceğinden habersizdim. Dik kayaların arasında taş üstünde taş evleri ile bu pastel renkli şehir Mardin'e gelmiş olma ihtimalimi bana sorgulatsa da kilisenin çan sesi ile kendime geldim. Merhaba Maalula, merhaba Suriye coğrafyasına bu kadar yabancı, kendine bu kadar özel olabilen köy, tanıştığıma çok memnun oldum.
Minibüsten indiğimden beri önümde iki dik sokak duruyor. Az önce akşam ezanı okundu ve şimdi Saint Takla Manastırı'nın olduğu tepeye doğru baktığımda evlerin üstünde ışıldayan haç işaretleri ile manastırın zirvesindeki Hz. İsa heykeli adeta beni selamlıyor. O kadar ani oldu ki bir tuvale özenle çizilmiş gibi duran bu sürrealist taş yapılarla tanışmam. Sonra kayalıkların gerisinden yankılanan bir ezan sesi ve ona parıltısı ile eşlik eden haç işaretleri. Suriye'de Arapça konuşabilmeye hiç bu kadar çok ihtiyaç duymamıştım. Bu özel ve dokunaklı evlerin, Arnavut kaldırımlı sokakların, bu şaşırtıcı hoşgörünün mimarı kim, kahramanı kim?

Saint Takla Manastırı'na doğru uzanan dik yokuşu tırmanıyorum. Yoldan geçen kimse yabancılamıyor beni, onlar için sıradan bir manzara sanırım önlerinden geçen. Bu geceyi Maalula'da geçirmek isteğim, bildiğim ise burada sadece 4 yıldızlı bir otelin olduğu ve hiç hostelin olmadığı. Kesin olarak bilmediğim ise Maalula'nın tepesindeki Saint Takla Manastırı'nın gezginler için konaklama imkanının sağlanabildiği. Saint Takla Manastırı'na vardığımda turist kafilelerinin manastırdan ayrılıp otobüslerine doğru yol aldıklarını gördüm. Manastırın büyük kapılarından geçip, dik merdivenlerinden çıkıp danışma görünümlü bir büroda duran genç kıza, "Burada kalabilir miyim?" diye sordum. Kız olduğu yerden kalktı, biraz ilerdeki bir kapıdan içeri girdi. Birkaç dakika çantam omzumda bekledim, ümidi kesmek üzereyken kız bir rahibe ile yanıma doğru geldi. Rahibe eliyle beni işaret ederek, "Siz mi kalacaksınız?" dercesine sordu. "Evet" dedim. Beni kısa bir süre inceledikten sonra sadece "Pasaport" dedi. Pasaportu verdim ve hızlıca yürümeye başlayan rahibeyi takip ettim. Rahibe ile birlikte adeta manastırın gizli dehlizlerden aşağıya doğru indik. Baktım, manastırın girişine gelmişiz. Geniş avluya kapalı duran kapıyı açıp, holden yüksek tavanlı bir odaya girdik. Odadaki sandık üzerinde sıra sıra döşeklerden birini kenardaki yatağın üzerine birlikte yerleştirdik. Rahibe özenle döşeğin üzerine çarşaf sererken ben de sandık üzerindeki yorganlardan birini alıp yatağa serdim. Rahibe hiç konuşmadan duşu alafranga ve alaturka tuvaleti, holün ışığını nereden kapatacağımı gösterip bir yere yetişecek gibi hızlıca gitti.
Duvarlarında Hz. İsa'ya, Hz. Meryem'e ait gravürlerin bulunduğu sessiz odamdan dışarı çıkıp manastırın girişinden artık tamamen kararan ve bir ışık demetini andıran Maalula'yı izledim. Maalula'nın sakin sokaklarında konuklarının karınlarını doyurabileceği bir yer var mıydı? Manastırdan minibüsten indiğim yere doğru iniyorum, boyunlarında haçları ile Maalula'lı kadınlar önce uzun gölgeleri sonra Arapça konuşmaları ile yanımdan geçiyor. Sokağın başına geldiğimde karşıda kırmızı panjuru ile bir kafe gözüme çarpıyor. Montagna Cafe, şirin ve butik görünümü ile içimi ısıtıyor. Suriye'de küresel fastfood ve yemek dükkanları yok ancak Maalula köyünün bir butik kafesindeki tavuklu sandviç enfes sosu ile yeryüzünün en özel tavuk sandvici olmaya aday.
Sabahın çok erken vakti, dingin ve serin yeni güne ömrümde ilk kez Maalula'da bir manastırda uyandım. Manastırın dışına geniş avluya çıktım. Saint Takla Manastırı'na ve tepesindeki Hz. İsa heykeline bakındım. Saint Takla ile ilgili bildiklerimi aklımdan geçirdim. Saint Takla Manastırı ismini Saint Takla adı verilen azizeden alıyor. Hıristiyan inanışına göre Hz. Meryem Yahudiler'den kaçtığı sırada Saint Takla ona yardım ediyor. Saint Takla'nın Hz. İsa'ya iman eden ilk azizelerden biri olduğuna da inanılıyor. Manastır birbirine bitişik olarak u şeklinde dizayn edilmiş üç katlı bir yapıdan oluşmuş. Üç ayrı geniş avlusu bulunan manastırın orta katında kilise, en üst katında Saint Takla'nın türbesi yer alıyor.
Sonra, o yekpare bir kaya gibi duran sırtını Lübnan'ın sınırlarına dayamış, azınlık Müslümanlar'ın Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlarla bir arada yaşadığı tarihin derin ve özel mekanlarından biri olan Maalula'ya yüzümü döndüm. Turist kafileleri otobüsleri ile Saint Takla Manastırı'na yanaşmaya başlamıştı. Bu hoşgörü ve ibadet mekanı Hz.İsa'nın yaşadığı çağda konuşulan Aramice'nin yerel halk tarafından hala yazılabiliyor ve konuşulabiliyor olması ile de ilgi çekici.
Manastırdan dışarı çıkıp, manastırın arka tarafındaki dağ yoluna doğru yürüyorum. Dağ yolu mağara oyuğu gibi kayaların arasında kıvrımlı bir yol. Yol turistlerin uğrak mekanlarından, herkes önce kaygan oyuklara tırmanmak sonra da fotoğraf çektirmek derdinde. Dağ yolunun kimi yerleri dar ve basık. Yolu 10 dakikalık bir yürüme mesafesi ile geçtikten sonra Maalula'nın en tepesindeki dört yıldızlı otelin ve Saint Takla Manastırı'ndan daha küçük Couvent Sts. Serge et Baccmus kilisesinin bulunduğu bölgeye ulaştım. Kiliseye yürürken tabelalarda karakalem ve boyama Maalula resimleri de bana eşlik etti. Kilisenin Maalula'ya dair panaromik bir görüntü sunacağını düşünerek kiliseye girsem de kilise duvarları arasında şehri fotoğraflayabilecek bir açıklık bulamadım. Kilise'nin hediyelik eşya bölümünde Maalula yazılı kitap ayraçları, süs eşyaları ilgi çekiciydi.
Kiliseden ayrılıp dağ yoluna doğru yöneldim, baktım bahçede iki köylü amca gayretle ağaçtan birşeyler topluyor, çuvallara atıyor. Selam vererek yanlarına gittim, önce şaşırdılar sonra gülen yüzlerle selamladılar. Bana aldırmadan keyifle ağaçtaki saplı meyveden toplamaya devam ediyorlar. Doğal olarak tek kelime ingilizce bilmiyorlar bendeki birkaç kelimelik arapça da sadece selamlaşmamızı sağlıyor. Ağaçtan ne topladıklarını sordum el hareketimle, kırmızı küçük taneleri olan meyveden yemem için verdiler. Tanelerinden ısırdım oldukça ekşi, aromalı bir bitki topladıkları. Arapça Türkiyeli olduğumu söyledim, aralarında konuşup samimi bir şekilde başlarını salladılar. İki eski dost oldukları yüz hareketleriyle anlaşmalarından, birbirlerine karşı şakalaşmalarından belli. Kendi ismimi söyleyerek Hassan amca ve İssam amca ile tanıştım. Hassan amcanın Müslüman, İssam amcanın ise Hristiyan olduğunu öğrendiğimde ise şaşkınlığımı gizleyemedim. Onlar da benim şaşkınlığıma şaşırmış olmalı. İssam amcanın Aramice ve Arapça bildiğini öğrendim, daha fazlasına da dil koşulları müsade etmedi. Bir akşamüzeri bir vadi yamacında hayranlıkla tanıştığım Maalula, kahramanları ile beni bir bahçede aynı ağaçtan, aynı meyveyi, aynı çuvala keyifle toplayan Hassan amca ile İssam amcanın ayrımsız dostluğuna ortak ederek tanıştırdı.

5 yolayazmak / on the road: Başka Bir Kasaba Mümkün: Maalula Akşamın son demleri, gökyüzü kararmak ile kararmamak arasında tereddütlü. Ben ve bu küçük minibüste ne bagaj yeri ne de küçük bir boşluk olm...

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder