23 Mart 2014

Kalbim Suriye'de Kaldı

Suriye'den haberler geliyor, üzücü haberler. Domino etkisi mi? Türkiye'ye sıçrar mı? Beşer Esad güç gösterisi peşinde mi? gibi stratejik sorular da cevapları da hiç umurumda değil.
Ama Suriye'nin o kadirşinas insanları, iki kelime Arapçamıza kırk yıllık dost samimiyetini esirgemeyen, elleri evleri gibi yorgun, elleri evleri kadar mahcup insanları, herşeye rağmen yaşayabilmenin munis ustaları, onlar fikrimden çıkmıyor.
Yabancı haber ajanslarında Suriye ile ilgili son dakika haberlerinden geçilmiyor. Niçin? Ortadoğu'nun o çatışmacı, gerici imajı hiç silinmesin için. Doğu Batı yanılsaması hep sürsün için.

Kalbi Suriye'de kalmış bir yolcu olarak hiçbir batılı haber ajansında bulamayacağınız Suriye'den insan manzaraları. Suriye'ye yeniden gittiğimde yüzlerine bakabilmek için.


Zamanın içinden geçen şehir, Hama'dayım. Hama Meydanı'nı ortadan dört büyük dilime bölen saat kulesinin önünde. Karşıda gözünü göğe dikmiş Suriye Devlet Başkanı Beşir Esad'ın büyük bir posteri. Yollar taksiler ile sapsarı, topuklu ayakkabıları, sade makyajları ile kızlı erkekli gençler Kültür Merkezi'ne doğru yola koşturuyor. Objektifimi onlara doğru yönlendirip birkaç fotoğraf çekiyorum. Geleneksel entarisi içinde sadece gözlerini görebildiğim bir kadın eliyle yanındaki oğlunu işaret ederek fotoğrafını çekmemi istiyor. Kadın gururla oğluna bakıyor, çocuk gülümsüyor denklanşöre basıyorum. Sonra mutlu gözlerle en içten teşekkürü ediyor ve gidiyor. Öylece kalıyorum, mail adresi yok, posta ile gönderir misin yok herşey zamanın içinden geçen bu özel şehirde bir anlığına mutlulukla durdurmak zamanı, yaşadım diyebilmek.

Madam Lucine ile ilk tanıştığımızda ingilizce konuşuyordum ki bana Türkçe konuş çocuk dedi. Kendisi Halep'teki Baron Otel'in işletmecisi. Baron Otel'e insanlar Mustafa Kemal'in, Arabistan'lı Lawrance'ın, Agatha Christie'nin yattığı yatakta uyuyabilmek, soluduğu havayı duyumsayabilmek için geliyor. Baron Otel'de tarihi ve onun kahramanlarını özenle, sevgiyle koruyor. Baron Otel'in ilk sahibi Arapgir'li bir Ermeni olan Krikor Baron Mazlumyan. Madam Lucine'de kendi deyimiyle 'Seferberlik'le Anadoluyu terk etmek zorunda kalan bir Ermeni ailenin kızı. Madam Lucine bitmek bilmez enerjisi, sürekli yeni bir şeyler üretme çabası ve güzel lafının anlatmaya yetmediği öğretici Türkçesi'yle hep aklımda.

Hassan, Palmira antik kentinde at biner, sabah erkenden develerle yolculuğa çıkar, akşam Palmira çölünün ıssızlığında motoruyla karanlığı yırtar. Bunlardan vakit buldukça da hostel işletmeciliğini sürdürür. Kadim dostumdur, dörtgözle evlenmemi bekler, bana Palmira'da düzenleyeği balayı etkinliği için sabırsızdır. Gösterilerin başladığı haberini alır almaz ilk ona ulaştım. İyi olduğunu, yeni kız arkadaşıyla Türkiye planları yaptığını söyledi. Kız arkadaşı Pamukkale'yi merak ediyormuş, gider miyiz dedi? Gitmek ne kelime, Arak'tan daha promilli içecekler bile içeriz dedim.

Başka bir kasaba Maalula'nın İssah ile Hasan amcaları. Uzakta kahkahalarla bir ağaçtan bilmediğim meyveler topluyorlardı. Atladım gittim yanlarına, ne bileyim Medeniyetler İttifakı diye projeler dillendirenlere alın size proje diyecek bir hikayeleri var. Bana aldırmadan keyifle ağaçtaki saplı meyveden topluyorlar. Doğal olarak tek kelime ingilizce bilmiyorlar bendeki birkaç kelimelik arapça da sadece selamlaşmamızı sağlıyor. Ağaçtan ne topladıklarını sordum el hareketimle, kırmızı küçük taneleri olan meyveden yemem için verdiler. Tanelerinden ısırdım oldukça ekşi, aromalı bir bitki topladıkları. Arapça Türkiyeli olduğumu söyledim, aralarında konuşup samimi bir şekilde başlarını salladılar. İki eski dost oldukları yüz hareketleriyle anlaşmalarından, birbirlerine karşı şakalaşmalarından belli. Kendi ismimi söyleyerek Hasan amca ve İssah amca ile tanıştım. Hasan amcanın Müslüman, İssah amcanın ise Hristiyan olduğunu öğrendiğimde ise şaşkınlığımı gizleyemedim. Onlar da benim şaşkınlığıma şaşırmış olmalı. İssah amcanın Aramice ve Arapça bildiğini öğrendim, daha fazlasına da dil koşulları müsade etmedi. Bir akşamüzeri bir vadi yamacında hayranlıkla tanıştığım Maalula, Hasan amca ile İssah amcanın ayrımsız dostluğuna ortak ederek beni uğurladı.

Hama'ya has peynir tatlısı Halevey Jibne, Hama'daki ve çevre illerdeki pastane tezgahlarının vazgeçilmezi. Genellikle fıstıklı, bademli baklava türü tatlıları ile öne çıkan Suriye mutfağında Halevey Jibne farklı bir yere sahip. Yumuşak ve şekerli hamur içine rendelenmiş beyaz peynir parçalarından oluşan tatlı soğuk olarak ikram ediliyor. Açıkta satılan yerlerde tatlının bulunduğu tepsinin kenarına buz poşetleri konularak soğuk kalması sağlanıyor. Hama'da bir öğlen sıcağında Suriye'nin tadına doyum olmaz çeşit çeşit tatlılarını acaba bu nasılmış diyerek löpürdettikten sonra sıra Halevey Jibne'ye gelmişti. Elbette o zamana kadar pastanedekilerle kaynaştığımız için Reshad pazılarını da tatlının yanında göstermekten çekinmemişti. Reshad, bu tatlı, pazı mı yapar demek istedi hala anlamadım.
O bizi taksisine aldığı için sevinçliydi, biz de güler yüzlü birinin taksisine bindiğimiz için. Türkiye'li olduğumuzu öğrenince, teybe bir cd taktı ve gençliğinin ilk demiyle İbrahim Tatlıses ''Sabuha'' diye seslendi. Sonrasında taksici dudaklarıyla ona eşlik etti. ''Bırakıp gitme dedim..'' Ne söylediğini anlar gibiydi, Suriyelilere has tevekkül ve tebessüm ile eşlik etmeyi sürdürdü. Sonra ineceğimiz yere vardık. Elindeki paralar ile tebessümün bir alakası yok, taksi parasını binbir dil dökmem sonucu aldı. O gülüşü, bakışı, selamlayışı ise aklımdan hiç çıkmadı.
5 yolayazmak / on the road: Mart 2014 Suriye'den haberler geliyor, üzücü haberler. Domino etkisi mi? Türkiye'ye sıçrar mı? Beşer Esad güç gösterisi peşinde mi? gibi stra...